ÖZEL RÖPORTAJ: Erdal Divriklioğlu
İzmir'deyim.. Seçim havası sokaklara sinmiş, her köşede bir miting, her kafede bir siyasi tartışma var. İzmirli hemşerilerimiz, 31 Mart'ta sandığa gidip oylarını kullanacaklar ve şehrin geleceğini belirleyecekler. Peki, İzmir'de nabız nasıl atıyor? Hangi partili adaylar öne çıkıyor? Seçmen neye göre karar verecek?
Bu soruların cevabını bulmak için, Integral Kamuoyu ve Pazar Araştırma Şirketi Koordinatörü Gazeteci Ümit Yaldız'ın konuğu oldum. Sıcacık bir çay eşliğinde, İzmir'in seçim atmosferini ve adayların şanslarını konuştuk.
Ümit Bey, sizi tanımak isterim. Bize biraz kendinizden bahseder misiniz?
Ümit Yaldız: 1997'den beri İzmir'de gazetecilik ve televizyonculuk yapıyorum. 2009'dan beri İzmir merkezli araştırma şirketi İntegral Kamuoyu Araştırma'da koordinatörlük görevini yürütüyorum. Bu şirket 16 yıllık köklü bir geçmişe sahip. Bunun dışında pek çok yerel gazetede muhabirlikten başlayarak editörlük, yöneticilik, haber müdürlüğü, genel yayın yönetmenliği ve kuruculuk gibi görevler üstlendim. Ege TV'de uzun yıllar, yaklaşık 10 yıl programcılık yaptım. Radyolarda da sabah programları hazırladım. Daha çok gazeteci kimliğimle bilinsem de son 8 yıldır araştırmacı kimliğimle de tanınıyorum. Ege Üniversitesi İletişim Fakültesi Radyo Televizyon Sinema Bölümü mezunuyum. Kader beni gazeteci olarak yoğurdu.
Sinema içinizde bir ukte olarak mı kaldı peki? Yoksa hala gerçekleştirmeyi düşündüğünüz bir hayal mi?
Ümit Yaldız: Sinema üzerine üniversite yıllarında çalışmalarım oldu. Hedeflerim arasında sinema hayali de var. İlerleyen zamanda, çeşitli senaryo denemelerim var. Onlar ete kemiğe bürünürse ve vakit bulabilirsek, Türkiye'deki bu siyasal sistemin çalkantısından sinemaya da bir parantez açmak istiyoruz. Bu, içimde kalan bir ukte.
25 yıllık gazetecilik ve televizyonculuk deneyiminizin 8 yılı araştırmacılıkla geçmiş. Bu alana nasıl giriş yaptınız? Araştırmacılık size ne ifade ediyor?
Araştırmacılık: Sürecin Işığını Yakalamaktır.
Ümit Yaldız: 25 yıllık kesintisiz gazetecilik ve televizyonculuk deneyimimin 8 yılı araştırmacılıkla geçti. Bu süre zarfında araştırma alanında kendimi kanıtladığımı düşünüyorum. Seçimlerde ve öncesinde araştırma ve anket denildiğinde akla sonuç gelir. Fakat bizim için önemli olan sadece sonuç değil, süreci aydınlatan gerçekleri ortaya çıkarmaktır. Süreç doğru aydınlatılırsa, yol arkadaşlığı yaptığımız kesimler de arzu edilen sonuca daha rahat ulaşabilir.
Dolayısıyla bizim araştırma sektöründeki en önemli misyonumuz, seçimin öncesini yakalamak ve seçimin öncesindeki faktörleri ve değişkenleri saptamaktır. Seçmenin öncelikleri, duygusal kırılmaları, tam olarak ne istediği, nasıl bir belediye başkanı, milletvekili veya siyasal zemin istediği, bulunduğu pozisyondan hoşnut olup olmadığı gibi pek çok sorunun cevabını ararız. Bizim için asıl hikaye 31 Mart'tan sonra, Nisan'da başlar. Bir sonraki seçime kadar bizimle bu süreci paylaşan aktörler, bu yol arkadaşlığının konforundan faydalanırlar.
Örneğin, bir belediye başkanını ele alalım. Vatandaş memnuniyetini oluşturabiliyor mu? Oluşmuyorsa neden oluşmuyor? Belediye başkanı ile vatandaş arasındaki kurumsal veya kişisel ilişki neden kurulamıyor? Nasıl kurulur? gibi sorulara yanıt ararız.
İntegral olarak daha çok siyasal iletişim alanında çalışıyoruz. Bu alanda danışmanlık hizmeti verdiğimiz siyasi aktörler arasında milletvekilleri ve siyasete ilgi duyan iş insanları da yer alıyor. Onlarla birlikte İzmir ve ülke projeksiyonunda siyasetin yoldaki taşları nasıl örülür, bu taşların üzerine basarak hangi hedeflere varılır gibi konuları çalışıyoruz.
Sonuç olarak, bizim için en önemli şey anketlerde yüzde kaç çıkacağı değil, araştırmanın arkasındaki hikayeyi ve gerçekleri ortaya çıkarmaktır.
Yüzde kaç çıkacak sorusu, araştırmacılık camiasında ne kadar revaçta? Bu merak, magazinsel bir ilgiye mi dönüştü?
Ümit Yaldız: Evet tabi. Her sektörde olduğu gibi basında da yaşadığımız gibi güven sorunu almış başını gidiyor. Anket ama nasıl bir anket? Güvenilir bir anket mi? Nerede yapıldı, kim yaptı, hangi kurallara göre yaptı? Hangi süzgeçlerden geçti? Aslında bu ülkedeki genel denetimsizlikten kaynaklı her alanda denetimsizlik var. Bugün devletimiz yarım kilo kaşarı satış fiyatına dahi denetleyemiyor. Orada bir belirleyici olamıyor.
Araştırma sektörünün tabii ki kuralları var. Araştırma sektörünün bir takım meslek kuruluşları var, onların tabi oldukları ve uymaları gereken etik ve yasal kurallar var. İşte şu tarihler arasında araştırma yapılır ama yayınlanmaz. Araştırma şu çerçevede yapılır, künyesi bu olur gibi. Kamuoyuna açıklanan araştırmalarda araştırmayı kimin finanse ettiğine kadar, hangi yöntemle yapıldı, kaç kişiyle yapıldı, nerede ve hangi zaman aralığında yapıldı, yanılma payı nedir gibi pek çok soruya mahal bırakmayacak şekilde bunların net bir şekilde açıklanması gerekiyor.
Şimdi burada magazinleştirildi. Siyasal araştırma şirketleri daha çok seçim dönemlerinde bir çeşit rüşt ispatı gibi görüyorlar bu seçim öncesi araştırmaları. Daha ziyade burada da birçoğu "işte sen yanıldın, ben şu kadar yanıldım, doğruyu ben bildim" gibi bir takım noktalar oluyor.
Ben şuna inanıyorum; bir araştırma gerçek bilimsel koşullarda yapılmışsa yanılma payı yüzde 1-2'nin üzerine çıkmaz. Çok büyük değişkenler yoksa, son anda siyaseti etkileyen büyük bir rüzgar dalgası bir yerden oluşmamışsa, ters bir rüzgar esmemişse araştırma şirketinin yanılması, eğer yanılmak istemiyorsa, mümkün değil. Yanılmak istiyor veya yanıltmak istiyorsa, manipülasyon amaçlıysa, amacı kararsız kitleyi etkilemekse, kendisine tanınan o güveni paraya çevirmemişse araştırma şirketlerinin doğru araştırma üzerinden yanılması olmaz.
Yanılma nasıl olur? Örneklem yanlış kurulmuştur. Doğru bir araştırma şirketi örneklemi yanlış kurmaz zaten. Örneklem doğru kurulursa, bilimsel tüm kurallara uyulursa, demografik verilere uyulursa, çeşitli ağırlıklandırmalar doğru yapılırsa ve kotalar nizami bir şekilde tutulursa araştırma şirketinin yanılması mümkün değil.
Büyük araştırma şirketlerinin de zaman zaman ciddi yanılmalar içine girdiklerini görüyoruz. Bunu neye bağlıyorsunuz?
Ümit Yaldız: Bunlar istisnalardır. 10 seçimden bir tanesinde bu olur. Konda benim için Türkiye'deki en referans alınır araştırma şirketlerinden bir tanesidir ama Konda'da mesela çok ciddi bir oranda bir seçimde yanıldı. 7-8 puan birden yanıldı. Ama ne oldu bir yerde bir hata var. Bu yanılma meselesi her seçimde yaşanmaz. Örneğin: 1999 seçimlerine gidiliyor. Seçimlere bir ay kala Öcalan Türkiye'ye getiriliyor. Bu büyük bir değişken. Bir anda İzmir'de o gün anketlerde 4.üncü sırada olan Ahmet Piriştina (DSP'nin adayı olduğu için) seçiliyor. Tabii ki başka faktörler de var ama 4.üncü sıradaki aday seçimi alıyor.Büyük değişkenler, toplumsal tepkimeler, olaylar yaşanmadığı sürece araştırmalardaki yanılma payları maksimum +- %2'dir.
Biz İzmir'de son 8 yılda, en azından benim koordine ettiğim İntegral olarak, kamuoyu ile yaptığımız çalışmaları çoğu zaman paylaşmadık. Bunları sadece bizimle beraber yol yürüyenlerle yaptığımız paylaşımlarda zaman zaman bindelik oranlarda yanıldık. Bu iki kişi ile paylaşılmış bir sonuç değil. Örneğin, 2017 Nisan Referandumunda İzmir sonuçlarını bindelik kırımlarla bildik. Pek çok yerel seçimde, pek çok ilçede, büyükşehir ölçeğinde ve son genel seçimde birinci turda partilerin, Cumhurbaşkanı adaylarının ve partilerin İzmir'de aldığı oyların bölgelerine kadar doğru tahmin ettik. Ve bu tahminlerimizi, kaç milletvekili çıkaracaklar, hangi bölgede ne kadar oy alacaklar, sadece HDP'nin birinci bölgesinde en yüksek yanılma oranımız %3'ler seviyesinde oldu. Onun dışında noktasına virgülüne bildik. Bunu iftiharla ekibim adına da söylüyorum. Bu bir disiplindir. Herhangi bir şekilde araştırmayı doğru kurgularsanız, örneklemi doğru yaparsanız, bilimsel ve demografik kurallara uyarsanız ve örneklem içinde yer alan katılımcıyla bir güven ilişkisi kurabilirseniz, telefon anketlerinde yanılma payı yüksek olsa dahi yüksek bir güven aralığında sonuç açıklayabiliyorsunuz. Bu sonucu biz açıkladık. Biz Türkiye'de İzmir'den bakarak Erdoğan'ın kazanacağını birinci turdan 10 gün önce paydaşlarımızla paylaştık. Gördük çünkü. Ama her sektörde olduğu gibi, güveni paraya dönüştürmek isteyen, güveni siyasi amaçlara dönüştürmek isteyen, araştırma şirketiymiş gibi görünen ama bir partinin veya bir yapının uzantısı olan, sadece iktidar değil muhalefet içinde de bunu yapanlar ne yazık ki var.
İzmir'in içerisinde "3 İzmir" var kavramını zaman zaman ifade ediyorsunuz. Bu ne demek?
Bir Şehir, Üç Dünya...
Ümit Yaldız: İzmir'in içinde 3 İzmir var ve giderek de farklılaşıyor. Bu sınırlar belirginleşiyor. Bu durum aslında hep vardı. Ben bunu siyasi iletişim anlamında bir kavram olarak ortaya koydum. İzmir denildiğinde, hepimiz zaman zaman Anadolu'nun farklı kentlerine, İstanbul'a, Ankara'ya gidiyoruz. İzmir denildiğinde bir kalıp var. Bu siyasal bir kalıp: CHP'nin kalesi şöyledir, böyledir gibi. Uzaktan bakıldığında İzmir'in ekonomik olarak daha "tuzu kuru", sorunları daha az gibi görünüyor.
İzmir'in Cumhuriyetçi ve Atatürkçü değerleri yüksek. Cumhuriyetçilik ve Atatürkçülük bütün İzmir'i birleştiriyor. Cumhuriyetle ve Atatürk'le sorunu en az olan şehirlerden biri İzmir. Bunun dışında İzmir'i başka kriterlerle de bölebiliriz. Dikey dediğimiz bir yapılanma alanı var. CHP'nin kalesi olarak asıl tanınan yerler Karşıyaka, Karşıyaka'nın daha dikey alanları, Alsancak-Güzelyalı aksı, İnönü-Hatay Caddesi, Üçyol-Üçkuyular aksı. Bornova'da ve Buca'daki dikey alanlar, yani çeper olmayan, kenar semtler olmayan, yaklaşık 1.5 milyon civarı nüfusu olan ve siyasi eğilimlerde de belirgin bir tutumu olan bir 1. İzmir'imiz var. Bu birinci İzmir, son siyasal kutuplaşma zemininde CHP ile bütünleşti. Kendisini CHP'de ifade etti. Aslında bu kesim CHP'li değil. 10-15, 20 yıl geriye gittiğinizde merkez sağ eğilimli, Cumhuriyetçi ve Atatürkçü bir kesim ağırlıklı olarak var. Sol sosyalist bir kesim değil. Cumhuriyetçilik ve Atatürkçülük CHP'de birleştirildi. İzmir'deki bu kutuplaşma, Anadolu'daki kutuplaşmanın tersine, bu 1. İzmir'de zirve yapmış durumda.
Bunun dışında, yerel hizmetlerden daha az pay alan ve alamayan kenar semtlerimiz var. İsteseler de belediye oralara hizmet edemez. Yol ve altyapı yok. Yağmur yağdığında taşkınların olduğu, kent yoksunluğunun daha çok yaşandığı ve sosyal anlamda sorunların büyük olduğu 1. İzmir'in bittiği yerde 2. İzmir'imiz başlıyor. Madalyonun adeta öteki yüzü gibi. Ben bu kesimin en az 1 milyon nüfusa hitap ettiğini düşünüyorum. Bu görece değişir. Aradaki geçiş noktalarında 1. İzmir'den 2. İzmir'e geçerken ara formlar yaşanıyor mutlaka. Ama sonrasında net bir yoksulluğun yoğun yaşandığı, hizmet algısının düşük olduğu ve belediyelerin, belediye başkanlarının ve yerel yönetimlerin ulaşamadığı bir 2. İzmir'imiz var. Bu, İzmir'in merkezinde. Bu kesimin siyasal tercihleri de daha ziyade farklılık gösteriyor. Kimi yerde HDP, DEM gibi partiler yoğunlukta olduğunu görüyoruz. Daha çok iktidar partisi AK Parti'nin üstün olduğu alanlar da var. Dünya'nın aksine Türkiye'de yoksulluğu iktidar partisi yönetiyor. Yoksullar iktidar partisi için bir tehdit değil, daha ziyade bir oy deposu. Dolayısıyla bu 2. İzmir...
3. İzmir'de özellikle milliyetçilik ve muhafazakarlık kurumsallaştı.
3.İzmir ise kırsal alanda yer alan dış ilçeler. Bu dış ilçelerin tamamını kastetmiyorum. Bu dış ilçeler içerisinde refleks olarak yaşam tarzı ve ideolojik tercihler bakımından 1. İzmir ile benzeşen alanlar var. İşte Çeşme, Urla, Foça gibi. Bu ilçeler aslında 1. İzmir'in uzantısı gibi, ikincil konut alanı gibi, her alanda sorunları daha az olan ve tercihleri daha belirgin olan ilçeler. Geriye kalan 16-17 ilçenin ise 3. İzmir'de kaldığını görüyorum. Kırsal üretimin yoğun olduğu, tarımsal üretimin yoğun olduğu ve bazılarında sanayileşmenin de var olduğu bu kapsamda baktığımızda metropol alanını yeniden tanımlamamız gerekiyor. Mesela Menemen ve Torbalı artık bir çeşit metropol alanında kalıyor. Büyük bir sanayi kentine dönüştüler. Fakat Menderes metropolde kalmıyor. Aliağa'ya kadar belki metropolü belli ölçülerde uzatmakta gerekiyor.
Benim kastım, kentin içinde Aliağa'da olup da bunlar 3. İzmir'de değil, Aliağa'nın içinde de 1. İzmir refleksi olan mahalleler olduğu gibi 2. ve 3. İzmir refleksi olan mahalleler de vardır. Bu bir sosyolojik kavram. Tarımsal alanda yer alan ve tarımsal üretimle geçinen İzmir, bir tarım kenti halihazırda. Ovalarda yaşayan, Bakırçay'da, Küçük Menderes'te yoğun olarak yaşayan, Yarımada'da vs. olan bir kitle var. Bu kitle sosyolojik olarak da daha köy ve kırsal nüfusun yoğun olduğu bir alan. Dolayısıyla bu alanlarda giderek milliyetçiliğin ve muhafazakarlığın yerleştirdiğini, kurumsallaştığını ve giderek de büyüdüğünü görüyoruz. Bu durum dış ilçelerin siyasal tercihlerine etki ediyor. Son genel seçim verilerini incelediğinizde bunu görüyorsunuz. Selçuk'ta, Tire'de, Bayındır'da, Ödemiş'te, Bakırçay havzasında, Bergama'da, Kınık'ta bu alanlarda muhafazakar milliyetçiliğin kurumsallaştığını, özellikle milliyetçiliğin daha muhafazakar bir hale büründüğünü görüyoruz. Muhafazakarlık İzmir'e çok giriş yapamıyor, ama milliyetçilik giderek büyüyor. Şimdi Manisa'da ne kadar büyüyorsa 3. İzmir'de de o kadar büyüyor. Uşak'ta ne kadar büyüyorsa 3. İzmir'de de o kadar büyüyor. Ama bu milliyetçilik daha 1. İzmir'e ulaşamıyor. 1. İzmir bulunduğu yerde, bulunduğu şekliyle kendini muhafaza etmeye çalışıyor. Kendi değerleri ve siyasal düşünceleri ile oraya giriş yapmak çok kolay değil.
Son süreçlerde 1. İzmir, siyasal kutuplaşmadan kaynaklı olarak kendilerine belki de bir görev, bir misyon edindiler ve o misyonu muhafaza etmeye çalışıyorlar. Bu da bir çeşit muhafazakarlık ama 1. İzmir'in muhafaza etmeye çalıştığı şey İzmir'in taşımaya çalıştığı değerler sistemi.
Peki, İzmir'deki 3 farklı dünya arasındaki etkileşim nasıl?
Aziz Kocaoğlu ve Tunç Soyer’in Kırsaldaki Kalkınma Hamleleri İzmirliler Arasındaki İç Barışa Katkı Sağladı.
Ümit Yaldız: 1. İzmir, 2. İzmir ve 3. İzmir arasında bir kavga var mı? Bence normal şartlarda böyle bir çatışmanın olması lazım. Her zaman kenar semtler merkezlere bir parça öykünür. Bir rekabet vardır. Kırsalla kent arasında da bir rekabet vardır. Fakat İzmir'de bir iç barıştan daha çok söz edebiliyoruz. Burada da yerel yönetimin hakkını teslim etmek lazım. Aziz Kocaoğlu döneminden itibaren başlayan kırsal kalkınma hamleleri, merkezden belediye eliyle yönetilen kırsal kalkınma hamlelerinin ister istemez İzmir'de iç barışa katkısının olduğu muhakkak.
Ne anlatmaya çalışıyorum?
İzmir'e istatistiklere baktığınız zaman, kırsaldan kente göç değil, adeta bazı ilçeler bağlamında kentten kırsala göçün yaşanmaya başladığını görüyorsunuz. Pandemi bunu bir parça etkiledi ve tarımsal kalkınma alanında Türkiye'deki matematiksel verilerin 5 katı İzmir'de yaşanıyor. Belli bir alan süt ve süt ürünlerinin merkezi haline geldi. Belli bir alan çiçekçiliğin merkezi haline geldi. Belli bir alan seracılık alanında epey bir aşama kaydetti. Bunda hem Aziz Kocaoğlu'nun hem de daha sonrasında görev yapan Tunç Soyer'in olumlu anlamda desteklerinin, çiftçi ile yaptıkları sözleşmeli tarım uygulamalarının etkisi çok büyük.
Diyeceksiniz ki ne oldu da bu sonucu yarattı?
Bir çarpan etkisi yarattı. Buraya dikkat çekti. Aziz Kocaoğlu Bayındır'da üreticilere çiçek üretirerek belediyelerin parklarına, bahçelerine, yollara, kavşaklara diktiği çiçekleri Bayındırlı üreticiden alarak Bayındır'daki çiçekçiliğin gelişmesine katkı koydu ve orada bir şeyin fitilini ateşledi. Bayındırlı üreticiler sadece İzmir Büyükşehir Belediyesi'ne satmadı bunu, İstanbul, Ankara belediyesine belki yurt dışına sattı. Onları ilk yola çıkaran yerel yönetim oldu.
Tire Süt Kooperatifi diye bir modeli büyükşehir belediyesinin desteği ile geliştirdiler. Yani Bakırçay havzasında yeni yeni filizlenen bir takım gelişmeler var ama İzmir'in kırsalındaki pek çok kooperatiflerle yerel yönetim iş birliği üzerinden o bölgelerdeki üretime hem belli bir planlama getirilmiş oldu ki Türkiye'de eksik olan tarımsal alandaki planlama hem de pek çok alanda Kiraz'da İğdeli Kooperatifi, Ödemiş'te Bademli Kooperatifi ile Karaburun'da Nergis üreten kooperatfilerle küçük küçük çoban ateşleri yakıldı. Bu çoban ateşleri üreticiye üretmeyi, ürettiğini satmayı öğretti. Dolayısıyla bu modeller belediye olmasa da yürüyor.
Köylünün bulunduğu yerde mutlu olduğunu bilmek kentliye iyi geliyor.
Tire Süt Kooperatifi yerel yönetimin desteği olsun olmasın devasa bir örgütlenme biçimi oluştu. Üyeler bu modelden faydalandılar ama ilk cesareti veren "Ürettiğiniz tüm sütü alacağız ve bu sütleri İzmir'deki öğrencilere, çocuklara dağıtacağım" diyen ve bu anlamda da üreticiye inek sahibi olmayı motive eden belediyedir. Bir belediyenin, bir yerel yönetimin neler yapabileceğini gördük. Bu model İzmirliler arasındaki iç barışa katkı sağladı. Artık kırsaldaki insanın mutlu olduğunu, kırsalda iyi işler olduğunu bilmek kentliye de iyi geliyor.
3. İzmirdekiler şu anda 1. İzmirdekilerden çok daha mutlu.
Köylünün ürettiklerine ulaşabilmek, karakılçık buğdayına, sütüne, çiçeğine ulaşabilmek de iyi geliyor kentliye. Hatta bir mutluluk araştırması yapacak olsak ben inanıyorum ki 3. İzmirdekiler 1. İzmirdekilerden çok daha huzurlu ve mutlulardır şu anda. Oysa ki bundan 20 yıl önce biz Ödemiş'te yollara atılan patatesleri, işte aynı şekilde meydanlarda yapılan dökülen süt eylemlerini haberleştiren insanlardık. Epey bir zamandır bu haberlere şahit olmuyor, tam tersine çiftçinin başarı hikayelerine şahit oluyoruz.
"Peki ya İzmir? Yerel seçimlere sayılı günler kala seçmenin kararı ne olacak?"
Makas Hiç Bu Kadar Daralmamıştı
Ümit Yaldız: İzmir'de Büyükşehir ölçeğinde sonuç söylemek doğru olur. Büyükşehir tarihinde makasın bu kadar daraldığı bir seçim hiç olmamıştı. Son dört seçimi göz önünde bulunduralım:
2004: Gazeteci olarak izledim.
2009: CHP İzmir'de 28 ilçeyi alarak büyük bir başarı elde etti. Büyükşehir Belediye Başkanı Aziz Kocaoğlu, ittifaklar olmadan %57 gibi tarihi bir oy oranına ulaştı.
2014: Binali Yıldırım gibi güçlü bir aktör İzmir siyasetine girdi. Büyük bir rekabet yaşandı. CHP yine seçimin favorisiydi ve beklendiği gibi seçimi aldı. Fakat oy oranı %50'ye düştü. Sonrasında Türk siyasetinde ittifaklar dönemi başladı. Başkanlık referandumu ile birlikte şekillenen Cumhur İttifakı, Millet İttifakı gibi bir süreç yaşadık. Bu süreç, 2019'da Türkiye genelinde Millet İttifakı lehine çok önemli sonuçlar doğurdu. İttifaklar zemininde HDP'nin de büyükşehirlerde aday çıkarmaması tavrı, Millet İttifakı adaylarının İstanbul, Ankara, Antalya, Adana ve İzmir gibi 11 büyükşehirde CHP tarafından kazanılmasının altında önemli bir faktör oldu.
Aslında, 2018'de Muharrem İnce'nin "evet, bir şeyler olabilir" motivasyonu üzerine 2019'da tarihi bir başarı geldi. Ardından, büyükşehirlerin, özellikle İstanbul ve Ankara gibi 25 yıldır iktidarın elinde olan şehirlerin alınmasıyla ilgili olarak "büyükşehirler alındıysa iktidar da alınır" düşüncesi toplumda yer etti ve 6'lı masa kuruldu. 6'lı masa yoluna devam etti, belirli bir noktaya kadar ilerledi ve 14 Mayıs'ta hepimizin bildiği, artık sonuçlarını yaşadığımız travmatik seçimi yaşadık. Neden travmatik? Çünkü muhalefet seçmeni, toplumsal muhalefet Erdoğan döneminin 14 Mayıs'ta sona ereceğine o kadar inanmıştı ki, bunun 6'lı masa unsurlarının iç ve dış etkilerinin yarattığı beklentide büyük rolü vardı. Beklenti ne kadar büyükse, hayal kırıklığı da o kadar büyük olur. Sonuç itibariyle, o seçime öyle anlamlar yüklendi ki, tünelden önceki son çıkış Türkiye'nin hayat memat meselesi gibi anlamlar yüklendi ve kazanma sorunu olan adaylarla yola devam edildiği için belki İstanbul, Ankara belediye başkanları olsaydı seçimin sonuçlarının böyle olmayacağını biz araştırma şirketi olarak İzmir'den açıkladık. İzmir'de bile Kemal Kılıçdaroğlu'nun seçilmesiyle ilgili ciddi endişeler olduğunu gördük. Bu konuda kamuoyuna bilgi verdik, açıklamalar yaptık. Sonuç olarak, Kemal Bey'in adaylığı engellenemedi ve 14 Mayıs, malum şekilde yaşandı. Sonrası daha travmatik oldu; Kemal Bey'in Zafer Partisi Genel Başkanı Ümit Özdağ ile sonradan ortaya çıkan iş birlikleri vb.
Muhalif seçmen 14 Mayıs Travmasını atlatamadı.
14 Mayıs'ta muhalefet seçmeni zaten tarumar oldu. Yani büyük bir güvensizlik duygusuyla, büyük bir aldatılmışlık duygusuyla ve büyük bir öfke ile karşı karşıya kaldı. Kime karşı? Başta adaya Kemal Kılıçdaroğlu'na karşı, ve o adayı destekleyen veya desteklemeyen, destekmiş gibi görünen 6'lı masa unsurlarına karşı, ve muhalefet içinde yer alan neredeyse bütün partilere karşı. Büyük bir güvensizlik, öfke ve kandırılmışlık hissi seçmende ortaya çıktı. Ve bunun üzerine CHP, kendi içinde değişim fitilini ateşledi ve değişim adına bir kartla, Özgür Özel ve Ekrem İmamoğlu ikilisiyle Kemal Kılıçdaroğlu'nu gönderdiler. Bu bir adımdı, sonrasında, 6'lı masa, bu evrelerde CHP içinde değişim tartışmalarının olduğu dönemlerde masadan zaten bir kez kalkıp oturan Meral Akşener'in ittifaktan ayrıldığını açıkladığı, her yerde aday çıkaracağını ve hatta İzmir adayını 20 Eylül'de açıkladığını gördük. Sonra, Gelecek Partisi, DEVA Partisi, Saadet Partisi, hatta Demokrat Parti şu an İzmir'de hepsinin adayı var. O 6'lı masa, her birinin Zafer Partisi'ni de sayarsak, HDP ile beraber bugün İzmir Büyükşehir Belediye Başkanlığı için adayı olan partilerin adayları bulunuyor. Ankara ve İstanbul'da da adayları var. Yani, bir zamanların müttefikleri şu anda birbirlerine düşmüş durumda. Muhalefet pastasından herkes kendi payını almaya çalışıyor. Ancak seçmendeki o kandırılmışlık ve güvensizlik öfke duygusu bitmiş değil. 14 Mayıs'ta yaşanan travmayı seçmen kolay kolay atlatamıyor.
Muhalefet seçmenindeki yüksek orandaki kararsızlığın ilk sebebi 14 Mayıs travmasıdır.
Bugün yaptığımız araştırmalar da, daha çok muhalefet seçmeninde, bakın, bunun altını çizmek istiyorum. CHP'li seçmende demiyorum tabii ki, CHP'liler de muhalefet seçmeninin içerisinde, ama daha çok muhalefet seçmenindeki yüksek kararsızlığın sebebi 14 Mayıs travmasıdır.
Adayların adaletli bir şekilde belirlendiğine dair duyguyu CHP'nin değişim diyerek göreve gelen ekibi tesis edemedi.
Tek sebebi değil, ama asıl sebebi budur. 14 Mayıs'ta seçmen sabahına 15 Mayıs'a uyandığında şunu bekler: "Bunun sorumlusu benim, gereğini yapıyorum, istifa ediyorum." Seçmen bunu bekledi. Olmadı, bu kurultayla yaşandı bazı şeyler. Kurultayla yaşanan da bir şey çıkmadı, değişim dedikleri sadece koltuğa oturan kişinin değişimi olduğu ortaya çıktı. CHP'deki uygulamalarda herhangi bir değişiklik oluşmadı. Ön seçim yapılmadı, sağlıklı anketler yapılmadı, yani toplumda aday belirleme sürecine yönelik bir adalet duygusu tesis edilemedi.
Şimdi buraya bir parantez açayım. CHP, dediğinizde Türk siyasi tarihinde tabii ki kurucu partidir, devletin kurucusudur. Çok önemli hizmetleri olmuştur. Fakat son 15-20 yıldaki CHP ile ilgili bir kitap yazacak olsak, o kitabın çok önemli bölümünü Adalet Yürüyüşü yer alır. Türkiye'de büyük bir adaletsizlik duygusu var, adaletle ilgili sorunlar var, ve bu sorunlara dikkat çekmek için bu partinin genel başkanı Ankara'dan İstanbul'a kadar 22 günde yürüdü. Şimdi bugün CHP seçmeninin ve CHP'den aday adaylığı başvurusunda bulunan pek çok kişinin yaşadığı duygu adaletsizlik. Ve bu duyguyu yaratan kendi partileri. Adayların adaletli bir şekilde belirlendiğine dair duyguyu CHP'nin değişim diyerek göreve gelen ekibi tesis edemedi. Şu anda Cemil Tugay özelinde yaşanan oturmamışlık, kabullenmemişliğin sebebinde de bu var. Çeşitli ilçelerdeki yaşanan sorunlarda da var.
Ve muhalefet seçmenindeki ağır kararsızlığın yüksek kararsızlığın altında en başta 14 Mayıs'taki travma var. İkinci olarak, aday belirleme sürecinde yaşanan adaletsizlik duygusu var. Liyakat dediğimiz CHP'nin ve muhalefetinde ağırlıklı olarak iktidarı eleştirdiği liyakat kavramı bugün CHP'liler tarafından, CHP seçmenleri tarafından, muhalefet seçmenleri tarafından da sorgulanıyor. "Bu aday bu ilçeye olur mu? Bu aday İzmir'i yönetebilir mi?" İzmir'i yöneteceğine tam olarak ikna olmuyor. İlçelerde adaletli bir şekilde geldiği ikna olması da mümkün değil; bazı adaylar var ki, o ilçeden başvurusu yok. Hangi anketten çıkmış olabilir başvurusu olmayan biri? Bornova'dan başvuran aday Karabağlar'da şu an başkanlık mücadelesi veriyor. Urla'dan başvuran aday Çeşme'de başkanlık mücadelesi veriyor. Bunun birkaç örneği daha var. Şimdi, bunların bile olduğu ortamda adalet duygusundan söz etmek çok mümkün değil. İzmir'e o klasik dedik ya uzaktan bakış var, 1.inci İzmir'den referans alarak, yani nasıl olsa Atatürkçü Cumhuriyetçi, bunların AK Parti'ye gitmesi de mümkün değil, bir şekilde cepte. Bu nedenle de, biz kimi koyarsak burada seçimi alırız. Neden bir olmadık birini, neden bir yabancıyı koyalım? Neden CHP'nin tercihlerinde daha çok iç iktidar kavgasının belirleyici olduğunu, ne yazık ki, görüyoruz.
İzmir her zaman değişimin fitilini ateşler, değişim kavramını benimser, ama değişimin kendisi İzmir'de yapay çıktı ve oturmadı.
Yani, CHP'nin adaylarının büyükşehirlerde ve ilçelerde tesisinde yapılmış olan kurultay kadar olası ufukta gözüken Nisan-Mayıs'ta fitili ateşlenecek olan kurultayında etkili olduğu görülüyor. Ve Özgür Özel'in daha ziyade çünkü İzmir her zaman değişimin fitilini ateşler, değişim kavramını benimser, ama değişim kavramı suni, sanal moda tabir ile yapay çıkarsa, değişimin kendisi İzmir'de yapay çıktı ve oturmadı. Değişimin değişim olduğu kağıt üzerinde bir değişim olduğu sonucuna varıldı. Dolayısıyla, Özgür Özel, anladığım kadarıyla, CHP Genel Başkanı yapılan kurultayda kendisine destek verenleri daha çok tercih ederek, yapılacak olan kurultayda da benzer bir tablonun oluşmasını sağlamaya çalıştı diye düşünüyorum, kendi adıma gördüğümüz şey bu.
"Makas hiç bu kadar daralmamıştı" dediniz Ne demek bu?
Ümit Yaldız: Şu anda İzmir'de CHP ve AK Parti arasında maksimum 5 puan fark var. Biraz önce söylediğimiz sebeplerle, bu duygusal kırılmalar, boşluklar, 14 Mayıs'tan baki sorunlar ile karar vermişler arasında bile CHP'den yana karar vermişler arasında bile hala daha karar değiştirme olasılığını gündemde tutuyor. En az büyükşehir ölçeğinde %10 en az ama çoğu ilçede %15 kararsız var. İlçeler ölçeğinde ise kararsızlıklar düşüyor. CHP'nin biraz önce söylediğimiz seçmeni 14 Mayıs'ın etkisinden tam olarak kurtulamamış olan adayları içine sindirememiş olan seçmeni bir fatura kesme eğiliminde.
CHP'den kurtulmadan AK Parti'den kurtulmak mümkün değil diyenler var.
Kent merkezinde belli kesimlerde şöyle bir görüş var: CHP'den kurtulmadan AK Parti'den kurtulmak mümkün değil. Muhalefet sorunun iktidar sorunu kadar var olduğuna inanan CHP'nin de bu muhalefette en önde yer alarak asıl toplumsal muhalefeti yönetemediğine, yönlendiremediğine ve sonuç alamadığına inanan, bunun için CHP'nin ağır bir ders alması gerektiğini düşünen, bu nedenle de CHP'ye bir fatura kesmeye hazırlanan bir seçmen olduğunu görüyoruz. Bunların itirazları var. İkna edilemeyen seçmenler bunlar. Yani seçime kalmış 10 gün hala %15 İzmir'de kararsızlık var. Bu kararsızların CHP'den yana karar almaları mümkün mü? Tabii ki mümkün, ama bu kararsızların AK Parti adayından yana tavır almaları da mümkün. Yani Hamza Dağ üzerinden Özgür Özel'e CHP'ye bir mesaj vermeleri pekâla mümkün.
%15'lik kararsız seçmen kitlesi, seçim sonuçlarını belirlemede kritik bir rol oynayabilir. Araştırmalarınız, bu seçmenlerin bir kısmının Hamza Dağ'a oy verme ihtimalini gösteriyor mu?
Ümit Yaldız: Evet, Hamza Dağ'a da oy verme ihtimalini görüyoruz. Bakın, bu kararsız seçmenin 3 tane tavrı mümkün. Zaten araştırmalarımızda, hangi adaylar veya partiler arasında kararsızsınız dediğimizde %70'e yakın Hamza Dağ ile Cemil Tugay arasında kararsız olduklarını görüyoruz. Bunların ekseriyeti muhalefet seçmeni, yani muhalefet seçmeninden Hamza Dağ'ın şu anda aldığı bir %10'un üzerinde oy var, hala alabileceği oylar var. Neden tabii ki, buna da bir parantez açmak lazım. Hamza Dağ'ın o başından itibaren getirdiği bir kampanya var. Türkiye'de bugün ne kadar AK Parti'nin tercih etmediği logosuz bir kampanya yürütüyor. Bu logosuz kampanya işin ruhu dışında rakipleriyle ilgili kutuplaştırıcı beyanlarda bulunmuyor. İzmirlilerin alerjisini kaşıyacak söylemlerden uzak duruyor, ki zaten kendisi kesintisiz İzmir siyasetçisi, yani 2008'den itibaren İzmir'de hep yüksek siyaset yapmış bir isim. Dolayısıyla, İzmir'in ne istediğini ve ne hissettiğini, yani İzmir Bayraklı Gümüşpala mahallesinde ağırlıklı olarak yaşamış birisi dolayısıyla 2. İzmir'e bakan bir profil Hamza Dağ. Dolayısıyla, Hamza Dağ stratejik olarak İzmir'de izlediği politika muhalefet seçmeni de arada bırakıyor. Baktıklarında, proje olarak veya vaatler olarak İzmir'in sorunlarını çözebilecek bir aday profili görüyorlar. Buna inanıyorlar. Bizim araştırmalarımızda bu karşımıza çıkıyor. İzmir'in sorunlarını hangi aday çözer dediğimizde Hamza Dağ birinci. İzmir'i hangi aday daha iyi yönetir dediğimizde Hamza Dağ uzak ara birinci.
Muhalefet seçmeninde de bu sonuç çıkıyor mu?
Ümit Yaldız: Muhalefet seçmeninde de İzmir'i hangi aday yönetir dediğimizde Cemil Tugay'a oyunu vermeyi düşünenler arasında bile %15-20 oranında Hamza Dağ'ın daha iyi yönetir olduğunu düşünenler var, ama bizim siyasi tercihimiz CHP'den yana diyenler var. Böyle bir kabul görmüş bir adayı var iktidar partisinin ve baktığınızda Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın da İzmir'i bu dönem çok fazla böyle kutuplaştırıcı söylemlerde bulunmadığını görüyoruz. Hamza Dağ da gayet pozitif bir kampanya ile muhalefet mahallelerinde de dolaşarak içkili mekanları ziyaret ederek İzmir'in her türlü rengi ve deseni ile temas ederek altan derinden bir yürüyüş gerçekleştirdiğini görüyoruz. İzmir seçmeninin bir bölümünde de Hamza Dağ'a oy vererek CHP'yi cezalandırma eğiliminin olduğunu görüyoruz.
Hamza Dağ kavramınızdaki 1.inci İzmir'e hitap edebiliyor mu?
Ümit Yaldız: Hamza Dağ'ın 1.inci İzmir'e tam olarak hitap edebildiğini söyleyemeyiz. Hamza Dağ 1.inci İzmir profili değil, ama 2. ve 3.üncü İzmir'in net profili. 1.inci İzmir'i ürkütmedi, korkutmadı, onlarla temas etmekten kaçınmadı. O dairenin etrafında mümkün olduğunca onları da kızdırmayacak, öfkelendirmeyecek, hatta başta trafik-ulaşım sorunu olmak üzere pek çok sorunu çözebilecek yeterlilikte ve nitelikte bir aday olduğunu ortaya koydu.
Aslında işler muhalefet cephesinde kötü, ama iktidar cephesinde de kötü. İktidar cephesinde ekonomik kriz, ekonominin dar gelirli ve emekli kesiminin yaşadığı sorunlar var. Bunlar iktidar partisine yönelik bir öfkeyi ister istemez beraberinde getiriyor. Ve Hamza Dağ, bu negatif tablodan olumsuz anlamda etkileniyor tabii ki. Yani 2.inci ve 3.üncü İzmir'de yoğun olarak yaşanan bu durumdan Hamza Dağ etkileniyor. Aynı şekilde, Hamza Dağ sorunları müsebbibi olarak görmeyip daha ziyade iktidarın geri kalanına bu faturayı kesme eğilimi olduğunu görüyoruz. Yani Hamza Dağ'ın kendi seçmeninde çok büyük bir itiraz yok, Cemil Tugay'da olduğu gibi yok.
İmkansız gibi görülen AK Parti adaylarının kazanması ilk defa matematiksel mümkünlüğe geldi.
Hamza Dağ, Cumhur İttifakı seçmenini bütünleştirmiş bir aday. Hatta ve hatta yaptığımız çapraz analizlerde MHP seçmeni AK Parti'den daha motive olmuş durumda Hamza Dağ'ın başkan adaylığı için. Ve şöyle bir gerçeklik var, bugüne kadar biraz önce örnek verdiğim üzere imkansız gibi görülen AK Parti adaylarının kazanması ilk defa matematiksel mümkünlüğe geldi. %5 fark büyükşehir ölçeğinde çok büyük fark değildir. %15 kararsızın olduğu, kararsızların yoğunluğunun iki aday arasında olduğu, adeta ikili yarışa geçildiği bir son 10 günde kararsızlar bir adaydan yana daha yoğun çözülürse çok rahat kapanır.
%15'lik kararsız seçmen kitlesinin tamamının 2 partiye gidebileceğini mi söylüyorsunuz?
Seçmenin kendisini ifade edebilmesi için mesaj verebilmesi için seçenek çok.
Ümit Yaldız : Bir üçüncü ihtimal de sandığa gitmemektir. 3 ihtimal var kararsızların. Sandığa gittikleri zaman bu kararsızların eylemi yani muhalefet kararsızlarının eylemi siz muhalefet kararsızınız öfkeleniyorsunuz 14 Mayıs’ta hata yapıldığını Türkiye’de muhalefet sorunu olduğunu muhalefete bir ders vermek gerektiğini düşünüyorsanız yapacağınız şu ya sandığa gitmeyeceksiniz ki bu İzmir seçmeninde çok yoktur. Gideceklerdir sandığa yada muhalefet adayına ders vermek için başka adresler tercih edeceklerdir. Bu ilçelerde çoğunlukla TİP’e oy vermek DEM’e oy vermek ve İYİ Partiye oy vermek şeklinde kendini gösterir. Önünde 3 veya 4 tane yol var. Bir tanesi Hamza Dağ’a oy vermek bu kararsızların seçimin son günlerine kadar bunlar arasından Hamza Dağ’a oy verecek bir kitle var Hamza Dağ buradan halen en azından hiç bir şey yapılmasa bile kararsızların 3’te 1’ini alacaktır zaten. Daha yoğun da alabilir. Hamza Dağ’a oy veremeyip eli AK Partiye gitmeyecek olan kararsızların da bir bölümü kendi partisine döner bir bölümü de bahsettiğim Ümit Özlale gibi başka seçeneklere yönelebilir Zafer Partisine yönelebilir. Zafer Partisinin çünkü etkili bir muhalefet yaptığını düşünenler var. İktidar partisini eleştiren kararsızların Yeniden Refah Partisi seçeneği var. Bu dönem seçenek çok. Seçmenin kendisini ifade edebilmesi için mesaj verebilmesi için hakim partilere lider ve öndeki partilere her seçmenin kendi rengi deseni ve ideolojik görüşüne göre çok sayıda seçenek var.
CHP’ye oy veren sosyalist, sosyal demokrat kesimlerdeki belli gruplar DEM üzerinden bir mesaj verebilir. Daha merkezde yer alan Kemalist, Cumhuriyetçi, Atatürkçü CHP’liler İYİ Parti üzerinden mesaj verebilir. Yani ayar vermek, siyasete balans ayarı yapmak için seçmenin önünde bu kez çok fazla seçenek var.
DEM’i konuşalım mı? DEM İzmir’de nasıl bir etki yaratır?
Ümit Yaldız: Yani DEM’in burada İzmir’in dışında da ulusal ölçekte DEM’in tüm Türkiye’de bir önceki dönem aday çıkarmama kararı ile başlayan bir süreç yaşandı. Muhalefet Mersin, Adana, Antalya gibi tüm büyükşehirleri aldı. İzmir’de de Torbalı ve Menemen’de CHP’nin kazanmasının altında DEM’in aday çıkarmaması vardır zaten. Belki Menderes’te bile etken olmuştur. Yani CHP’nin burun farkıyla kazandığı yerlerden bahsediyorum. Dolayısıyla DEM evvelki yerel seçimlerde aday çıkarmamanın bedelini Genel seçimlerde ödedi. DEM %12-13 seviyesindeki oy oranı %7.5’e düştü İzmir’de. Birinci faktör bu. İkincisi konuşulan şey, Erdoğan’la birlikte örtülü bir ittifak veya anlaşma yapmış olma olasılıkları, çünkü biliyorsunuz DEM’in belediyelerine kayyum atanıyor. Türkiye’de seçimden sonra bir toplumsal barış döneminin tekrar başlama ihtimali konuşuluyor. Daha önce yarıda kalan açılım sürecinin yeniden başlama ihtimali konuşuluyor. Tüm bunlar çerçevesinde, başta İstanbul olmak üzere her yerde DEM’in güçlü adaylarla sahaya çıkması ve kendini ifade etmesi, kendi seçmeninin oyunu alması hedeflendiği iddia ediliyor. Bunlar, bizim gördüğümüz olasılıklar, ihtimaller. İzmir’de de %5-6 seviyesinde oy alabileceği görülüyor şu an araştırmalarda. İYİ Parti’nin bile oransal olarak önüne geçmiş durumda DEM.
İlçeler bazında bir değerlendirme yapmalım isterim. Mesela Dikili’de durum nedir?
Ümit Yaldız: Dikili merkezde bir araştırma yaptık, büyük ölçekte değil. Dikili'yi tamamen yansıtan bir araştırma değil bu. Daha çok büyükşehir adayı için yaptığımız, ama ilçe merkezi ve yakın köylerde belli bir kitleyle konuştuğumuz bir araştırmada bağımsız aday Kemal Doyuran'ın birinci çıktığını saptadık.
Bizim saptadığımız oran %40'lar seviyesindeydi. Sonra bunun birkaç ilçede daha olduğunu, Selçuk'ta eski başkan Vefa Ülgür'ün birinci çıktığını gördük. Daha çok dediğim gibi merkezlerde ve küçük örneklemle yapılan bir araştırma, ama bir göstergedir. Demek ki bu yerlerde bağımsız adaylar varlık gösterebiliyorlar. Aynı şekilde Ödemiş'te Demokrat Parti adayının potaya girdiğini gördük. İzmir'in bu son 20 yıllık siyasi eğilimlerine ters bir durum. Yani üçüncü seçeneğin çok çıkabilmişliği yok. En son 2014 öncesinde vardı, Kınık'ta Demokrat Parti gibi. Onun dışında çok fazla yoktu. Yavaş yavaş İzmir siyasetinde farklı tercihlerin seçmenin, o biraz önce söylediğim mesaj verme eğilimlerinin, farklı farklı zeminler üzerinden ete kemiğe büründüğünü gösteriyor bize bu. Yani bağımsız adayın seçilebileceğine inanılıyor. Dikili'de sonra çok sayıda kişiyle konuştum, ben siz az ölçmüşsünüz diyen de oldu bana. Olursa, CHP'nin tercih hatasıdır, bildiğim kadarıyla CHP aday adayıydı Kemal Doyuran. Sonuçta, bu CHP'ye bak, kardeşim, sen yanlış aday belirledin mesajı vermek için de tercih edilebilir. Artık vatandaşın siyasete el koymaya başladığı, yani siz değil biz biliyoruz demeye başladığı bir dönemi başlatmak istediği gibi de algılanabilir.
Bergama ve Kınık açısından durum nedir?
Ümit Yaldız: Ben "Sandık kapandı" deyimini kullanırım. Belli ilçelerde zaten durum belli. Aliağa'da bizim açımızdan kazanan belli. Menemen'de belli. Bergama ve Kınık rekabet dolu bir seçime sahne olacak gibi görünüyor. Yani bıçak sırtı bir durum söz konusu. Her ikisi AK Parti'de kalabilir, her ikisi CHP'de de kalabilir. Oradaki sonucu biraz böyle görüyoruz, bizim ölçümlerimiz bize bunu söylüyor.
31 Mart’dan sonra İzmir’in en çok konuşacağı ilçe Menemen olacaktır.
Foça'da CHP kazanacak gibi görünüyor. Menemen'de İzmir'in 31 Mart'tan sonra en çok konuşacağı ilçe Menemen'dir, bunu iddia ediyorum. %60'lar seviyesinde bir oyla kazanması bekleniyor, şu andaki mevcut belediye başkanı Aydın Pehlivan'ın. Burada iktidar partisinin gücünün dışında hizmet faktörünün vatandaş nezdinde devreye girdiğini görüyoruz. Bir şekilde bu ilçede çeşitli tartışmalar yaşandı, büyük kamu arazilerinin satışı gibi. Bu satılan kamu arazilerinin hizmet olarak kente döndürüldüğü duygusu, Menemen halkı tarafından kabul edilmiş durumda. Menemen'de %60 ve üzeri bir oy oranı kişisel olarak ben bekliyorum açıkçası. Bu olduğunda İzmir Menemen'i daha çok konuşacak. Menemen'de %25-30 civarında maksimum oy alan bir partinin adayı %60 oy nasıl aldı diye bu konuşulacak. Bundan sonraki belediye başkanı profilleri de muhtemelen Menemen belediye başkanı üzerinden yeniden tanımlanacak. Bundan sonraki siyaset yolculuğunda siyasi tercihlerde büyük bir olasılıkla ders olarak siyaset okullarında bir süre okutulacak. Hizmet etmiş ve halkın kabul etmiş olduğu bir belediye başkanının siyaset ne derse desin, siyasi kutuplaşma ne kadar büyük olursa olsun seçilebildiğini mümkün olabildiğini gösterme açısından somut bir örnek olacak Menemen.
CHP İzmir'de kazansa bile, Prius Zaferi olabilir.
CHP'nin genel başkanları hiçbir seçimde bu kadar çok İzmir mesaisi yapmadı. Yapmaya gerek duymazlardı. İzmir zaten doğru bir liyakat sisteminden geçen adaylar oluştuğunda İzmir ne yapacağını bilir. Ama bu olmadığında bir de üstüne 14 Mayıs travmasını eklediğinizde, şimdi Özgür Özel bugünlerde yine İzmir'de, yani seçim sürecinin yarısını İzmir'de geçirmek zorunda kaldı. Buna rağmen hala var olan kararsızlar çözülmüyor. Şunu söyleyebilirim: CHP seçmenleri daha ziyade büyükşehir adayı üzerinden mesaj vermeyi kendilerini konumlandırmış durumdalar. İlçelerde çok büyük kabul sorunları yok, Dikili gibi birkaç yer hariç. İlçelerdeki adaylarla ilgili kabul sorunları giderek daha az hale geliyor. Büyükşehir noktasındaki makas, CHP'ye kazansa bile kazandı duygusunu zafer duygusunu yaşatmayacak, yani adeta bir Prius zaferi vardır tarihte zafer gibi görünür ama ardından bir sonraki seçimde mağlubiyetin zeminidir aslında. Öyle bir sonuç, İzmir'de doğurabilir.
Yerel seçim sonrasında Türk siyasetinde çok büyük değişimler bekliyorum.
Türk siyasetinde yerel seçimler sonrasında çok büyük bir değişimin hem kurumsal bazda hem de liderler bazında olacağını öngörüyorum. Olması gerektiğini de düşünüyorum. Başta MHP olmak üzere çok sayıda partinin hem yaş olarak hem misyon olarak eskimiş, yorulmuş, metal yorgunu olan yapılarının değişmesi Türk siyasetinin yapısal dönüşümünü sağlamak için bir sonraki seçime kadar 4 yıl zamanı var. Bu yapısal değişimde daha çok 35 yaş altının, gençlerin hakim olacağı yeni bir takım yapıların, yeni bir takım muhalefet merkezlerinin oluşacağı muhalefet merkezlerinin iktidarı zaten daha görevdeyken disipline edeceği, iktidarın daha sağlıklı hareket etmesini sağlayacağı gibi bir düşüncem var.
Bu birincisi. İkincisi de, Hamza Dağ eğer kazanırsa, tabii ki devrim olur. Bu durumda siyaset derslerinde okutulacak bir konu olur. Ama kazanmazsa bile, yüksek ve bugüne kadar aldığı AK Parti'nin alabildiği en yüksek oylara ulaşırsa, Türkiye'de siyaset dilinin değişmesi, Türkiye'deki siyasal kutuplaşma ikliminin değişmesi ve bitmesi adına da somut bir örnek olarak Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın önünde bir seçenek olarak İzmir sonucu duracaktır. Erdoğan, İzmir'de sevgiyle, sempatiyle, kırmadan, dökmeden, üst perdeden konuşmadan, çeşitli kaygıları tetiklemeden yol alınabileceğini gördüğünde, Türkiye'nin öteki yüzüyle görev süresi bitmeden önce barışabilir. Hamza Dağ, önemli bir siyaset mirası bırakabilir. Bu anlamda bir fırsat olarak görüyorum Hamza Dağ'ın kampanyasındaki üslup çeşitliliği, renkliliği. İkinci sonuçta benim açımdan bu olabilecektir, diye düşünüyorum.
Tabii ki CHP, sahaya indirdiği çok kaliteli, nitelikli gençlerle dikkat çekiyor. Pek çok ilçede bu aşının tuttuğunu görüyoruz. Bu başarı olarak kayda geçecektir. Ama büyükşehir adayı noktasındaki aslında Cemil Tugay'a, aslında haksızlık yapılmış oldu. Cemil Tugay, hazır olmadığı bir göreve atanarak, bence haksızlığa uğradı. Şu anda Tunç Soyer başta olmak üzere pek çok noktada direnç oluşuyor. Cemil Tugay üzerinden CHP'ye bir denge ayarı yapılıyor. İzmir seçmeni, bu önemli sonuçlardan biri olacaktır.
Tunç Soyer Türk siyasetinde kendisini yeni bir yere konumlandırdı.
Ve son olarak, Tunç Soyer, tüm bu süreçten aslında çok da olumlu çıkmadığı bu yerel seçim sürecinin başından sonuna kendisini İzmir'den siyasal aktör olarak, Türkiye siyasetçisi olarak çıkarmayı başardı. Şu anda, başta DEM olmak üzere sosyal demokrat, sosyalist kesimlerin önemsediği İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu'nun desteğine ihtiyaç duyduğu, hatta ve hatta kendisini aday göstermeyen CHP genel başkanının peşinden koştuğu bir değer dönüştürdü. Tunç Soyer, kendisini yeni bir noktaya konumlandırdı. Dolayısıyla, bu konumlandırma da İzmir'deki bu seçim sürecinin önemli bir sonucudur. 1 Nisan sonrasında Türk siyasetinde Tunç Soyer diye bir karakter oluştu.
Comments